Bu bloğu oluşturalı bir hayli zaman oluyor, sayfa beni, ben de kendimi mi bekliyorum ne…
Dün yaşam koçumla görüşmemiz çok iyi geldi. Seansın başında soruyor “Buradan çıkarken hangi bilgiyle çıkmak istersin?” diye ve bunun gibi birçok soru. İşin garibi tüm soruların cevabını kendim veriyorum. O zaman, sorduğum soruların cevabı bende, içimde.
Tam da orda ve yine, ne güzel bir yola düşmüşüm diyorum kendi kendime. Yolum mu ne? diye sormuyorsunuz sanırım, tabii ki yoga!
Seans boyunca yogayla ilgili şu sıralar neler yaptığım ve içimde neler olduğu dökülüyor, ne kadar çok şey varmış meğer, ben bile farkında değilmişim. Anahtar kelime farkındalık- awareness. Yogaya başladıktan sonra hayatımda “farkındalık” kelimesi anlam kazandı. Yoga birçok şey olmanın yanında bir farkındalık çalışması. İlk once bedeninin farkında olmak, mesela; serçe parmağım bugün nasıllar? Bacaklarım bu ara kalınlaştı mı ne? Kalp atışlarım…
Kalp atışlarımla yoğun tanışıklığım hocalık eğitimimin sonlarına denk düşüyor. Daha önce de kendilerini yakından tanırdım fakat o gün, o günü anlatmam lazım.
Zeynep hocalık eğitimini verirken, bizim de eğitmenliğe alışmamız için sınıfı gruplara bölüyor ve her buluşmada bir grup öğrenci ders verirken diğer grup da uyguluyor. Yavaş yavaş benim ders vereceğim gün yaklaşıyor. Gruptan bir arkadaşın evinde toplanıp çalışılıyor, herşey çok keyifli, bizi harika bir sofra ve ikramlar da bekliyor. Sıra çalışmaya geliyor ve herkes bölümüne çalışmış, sırayla dersini veriyor, bundan sonra da birkaç buluşma yapıp çalışıyoruz.
Burada işler tamam da asıl Zeynep’in karşısında nasıl olacak, önemli olan o!
Herşeyin zamanı geldiği gibi, ders verme günü de gelip çatıyor! Ben de bir heyecan, pir heyecan! Sıra bana geliyor, setubandasana ve sarvangasana yaptıracağım, mata uzanıyorum. Zeynep’in ilk hocalık yıllarında Andrew’la yaptığı yoga kayıtlarını da izlemişim, bir sürü notlar çıkarmışım, DVD’nin o bölümlerini deşifre etmişim. Hocamın kelimelerini de kullanıp tam not alacağım hesapta. Evdeki hesap çarşıya uymuyor tabii, bendeki heyecan dorukta. Pozları hem yapıyorum hem de anlatacağım ama ben kıpkırmızı, kalbim ağzımda atıyor ve oradan, “nasıl bir an önce kurtulurum?”un peşindeyim. Tabii o bilgilerin hepsi uçuyor ve ben rezalet bir ilk sınav veriyorum, utanıyorum kendimden.
Bu içime dert oluyor, geçmişe gidiyorum, ben zaten çocukken de çok utangaçtım, çok heyecanlanırdım diye başlıyorum. Annemin, ilkokul öğretmenimle işbirliği yapıp verdiği çaba azımsanacak gibi değil, neredeyse her önemli günde görev alıyorum ve çalışıyorum. Evin salonunda omuz mesafesinde bir vitrin var, tavan yüksek, şiirler onun tepesinde ezberleniyor… Ne çok şiir okudum hatırlamıyorum. Bir keresinde 10 Kasım şiiri okuyorum, tabii 10 Kasım’larda şiirden sonra alkışlama falan yok, seneler sonra da yastayız ve coşkumuzu göstermek için alkış yok ama annem 10 Kasım olduğunu falan unutmuş, bir alkış bir alkış, sormayın gitsin, çok sonra farkediyor alkışlamaması gerektiğini.
Derken heyecan üzerine çalışmalarım devam etti ama bu son ders verme deneyimimde de farkettim ki, bir arpa boyu yol alamamış bu koca kız!
Tabii bunu böyle bırakamam. Tekrar görev alıp alnımın akıyla bu işin üstesinden gelmem gerek. Tam da kafamda bunlar dolanırken bir arkadaştan teklif geliyor. Sanem şu arkadaş gelemiyor, onun yerine ders verir misin? Harika! tabii ki veririm.
Bu sefer derse çalışmaktan çok “heyecanımı nasıl yenerim?” le ilgileniyorum. Ayaktaki pozları yaptıracağım, Zeynep ayaktaki pozları anlatmanın, daha doğrusu yaptırmanın zor olduğundan bahseder. Şimdi olayın bu kısımlarıyla ilgilenmiyorum, tek meselem var çözmem gereken.
Eğitimimiz haftasonları 1’de başlıyor, 6 buçuğa kadar sürüyor, o günün ders programına bakıyorum, 11’de Defne’nin Shadow yoga dersi var. Tamam diyorum, Defne’yi severim, bu ders zor da bir ders olur, tam bana göre, bu heyecanı yenmeye yönelik yogamı yapmış, dengelenmiş olurum. Herşey gayet normal başlarda, pek heyecanlı da değilim diye düşünüyorum. Taa ki ders verme sırası bana yaklaşana kadar.
Kalp atışlarım yavaş yavaş hızlanıyor, bu sefer izliyorum.
Eski heyecanlara kıyasla bu kez bir farkındalık var.
Aslında kendimi heyecanlı bulmuyorum o sırada, bu sorunu çözmüş olmanın rahatlığı var ama ya kalp atışlarım? onlara ne demeli?
Kalbimle konuşmaya başlıyorum.
Ama sen neden böyle çarpıyorsun şimdi?
Sen benden ayrı bir varlık mısın ki benim şu anki rahatlığım, yaptığımız o sıkı yoga dersi ve tüm bu çalışmalar sende birşey değiştirmedi?
Hatta kalbime kızıyorum ve anlam veremiyorum.
Kalbim alışkanlıklarını devam ettirmek istiyor, bense buna meydan okuyorum. Sonra bir nokta geliyor ki, kah ben “o atışlara aldırmadan” dersi veriyorum kah “beden-zihin dengeleniyor” ve bende bir oohhhh…
Yoga “ne kadar iyi geldi bana”nın bir kanıtı daha!
Geçen sabah Cihangir Yoga’da Self practice’imi yapmış, çıkmaya hazırlanırken Mey’le karşılaşıyoruz, Show TV geliyor, çekim yapacaklar, katılmaz mısın? diye soruyor, “olur, katılıyım” diyorum. Önce Mey ders yapıyor, biz yoga yaparken, sonra da röportaj bölümü çekiliyor.
Program Cine5’te yayınlanacak yarın, “ Pınar’ın Kelebek Etkisi”. Röportaj sırasında gayet cool’um, izleyin kararı siz verin!
Heyecan mı, o da ne?
Unutmuşum o sırada!
Sevgiler,
Sanem
Ocak 2011
by