Vipassana içimizdeki gerçeği gözlemleyerek, olanı olduğu gibi gözlemleme bilgeliği…
Kişinin kendi öz gerçekliğini doğrudan deneyimlemesine, bu kendini gözlemleme tekniğine “Vipassana” meditasyonu denir.
Gitmeden önce bunun inanılmaz bir deneyim olacağını hissediyordum ki, şu an bulunduğum nokta da bu hisleri haklı çıkarıyor.
Hiç konuşmadan geçirilen 10 gün, televizyon, telefon, bilgisayar, kitaplar, defter ve kalem yok!
Başta yoksunluk hissi veren bu yokluk durumu günler içinde yerini; kendine doğru bir yolculuğa, bedenin derinliklerine, beyne, hatta hücrelere, hislere, yaşanmışlıklara, benliğe, bilince bırakıyor ve belki bilinçaltına açılan bir kapı aralanıyor.
Sabahları saat 4’te çalan çan sesiyle gözler açılıp 4.30’da başlanan meditasyon 6.30’daki kahvaltıya değin sürebilen özgür bir hal içinde devam ederken; yemek salonuna inildiğinde kapkaranlık ortam kendini yavaş yavaş ağaran güne ve aydınlanan havaya bırakıyor, sessizlik içinde yenen lokmalar ve içilen çay bazen fırtınaya, bazen sise, bazen de kıpkırmızı bir gökyüzüyle kucaklaşıp bir his cümbüşüne dönüşüyor.
Dışarıdaki patlamalar mı daha yoğun içindekiler mi?
Dinlenme saatlerinde dalgalar, ağlayan kaya, kum ve rüzgar işliyor hücrelerine… Belki volta atarsın sana ayrılmış yürüyüş parkurunda, belki iki köpeğin bir bez parçasıyla ne kadar süre oyalanabileceğini izlersin ya odanda uzanır, dinlenir ya duş alır daha da arınır ya da… kimbilir ne hallerde gözlersin kendini.
Yogadan tanışık olduğumuz içselleşme daha da derinlere doğru, hücre boyutuna inerken canlanan geçmiş yaşantılar, hatalar, kırgınlıklar, kızgınlıklar açığa çıkıp da tüm hayatın bir film şeridi gibi geçerken gözlerinin önünden, tekrar ve tekrar nefesi hatırlayıp nefese odaklanmak ve bedeni başın tepesinden ayaklara, ayaklardan başın tepesine tarayarak nerde hangi hisler olduğunu gözlemlemek; bir karıncalanma mı, kaşıntı mı, uyuşma, genişleme, daralma, uzama veya çarpıntı mı? ya da hangi his varsa, olanı gözlemleyerek akışa devam etmek.
Nefes sol burun deliğinden mi daha yoğun giriyor yoksa sağ burun deliğinden mi, yoksa her ikisinden birden mi?
Hiçbir şeyi değiştirmeye çalışmadan olanı olduğu gibi gözlemlemek kendine doğru açılan kapıları aralar mı?
Hikayeye hiiiiç gerek yok şu an, yoksa anlatılacak hikaye çooook! Belki bu hikayeler senin koşullanmaların, senin kabukların, zayıflıkların, belki de gücün. Bilebilir misin ki ne kadarı gerçekten doğru, ne kadarı yaratım? Bu yaratım nasıl gerçekleşiyor o ayrı konu. Dün gece izlediği video’ya aşağıdaki link’ten ulaşabilirsiniz.
Bu beden ve işleyişi gerçekten bir mucize!
Günler ilerledikçe, nefesi ve bedendeki hisleri izleme daha da keskinleşip gelişirken bir gün bir hıçkırık tutmasın mı! Aman allahım, o da ne! İçimde deprem oluyor ve ne büyük bir sarsıntı bu. Alt tarafı hıçkırık diyebilirsin belki ama o hiç de öyle değil, bu sarsıntıya dayanamayıp sesin ve bedenimdeki hareketin başkalarını rahatsız edebilme endişesiyle salondan çıkıyorum.
Sanırım 4 ya da 5. gün civarında canımı çok ama çok yakmış bir gerçeğimle karşılaştığımda içim dolup dolup bir ırmak olmuş gözlerimden taşıyor. Tekniğin en önemli iki kavramı var ki; farkındalık ve dengelilik.
Bir cevher bulmuş gibi oluyorum o farkındalık karşısında. Bu cevabı bu yaz Kazdağları’ndaki inzivada aramaya başlamış, bir türlü ulaşamamıştım cevaba, işte o an canlanıyor o ızdırap ve açığa kavuşuyor, iki gün akıyor, akıyor sanki kan, arınıyor, temizleniyor sanki yara.
Ne kırılgan, ne hassas birşey bu ve ne kadar hırpalanmış, ne kadar savrulmuş oradan oraya… Şimdi daha farkında ve dengeli, büyüdü artık küçük kız çocuğu, acılarıyla, zevkleriye, sevilerek, hırpalanarak ve daha nice duyguyla yoğruldu.
Bağımlılıklar üzerine düşünüyor o gün, insan ve bağımlılıkları!
Ne çok bağımlılığı var insan denen canlının, say say bitmez. Tamam, onun televizyon izleme, kumar oynama ya da ne biliyim uyuşturucu bağımlılığı yok mesela, onunkiler farklı. Bunlara meydan okumak istiyor; sigara, alkol ve gece hayatını çıkararak yaşantısından. Birkaç bağımlılığıylaysa daha yüz yüze ve tanışık artık, bunlardan biri tatlı bağımlılığı mesela, onları da zamana bırakıyor…
Sevgiyle severek ve gözlemleyerek her halini.
5. gün “sitting of strong determination” güçlü kararlılık oturuşları başlıyor, 1 saat boyunca kollar, bacaklar ve gözler açılmadan, hiç hareket etmeden yapılan oturuşlar. 6. Gün oturduğunda ilk kez kuralıyla hiç hareket etmeden 1 saat boyunca oturabilmeye başlıyor, ne büyük bir tatmin bu ama egoya dikkat!
Mutlu olmak için herhangi bir nesne ya da kişiye ihtiyacın yok!
7. ve 8. günlere gelindiğinde zihin artık neredeyse suskun bir halde, duru, o kafadaki bıdı bıdı’lar yok artık, cümleler veya kelimeler karnın içinden, merkezden bi yerden geliyor sanki.
“Evet bu bilinçaltı diyemem”, atıp tutmak bana uygun şeyler değil.
Tüm bu yaşanmışlıklar beni bedene ve bilgiye sevkediyor. Bilgi açlığı ve merak dün gece 4 saat uykuyla yetinmemi sağlıyor; beyin, nöronlar ve sinir sistemi üzerine çalışabiliyorum.
Araştırmam her zamanki uyku kavramımı da sorgulamamla devam ediyor. Bu sabah yine erkenden kalkıp meditasyonumu yaparken ve güne devam ederken sanki 7-8 saat uyumuş gibi davranıp eski kalıplardan sıyrılmanın araştırması içindeyim.
Döndüğünde ailesine ilk ziyareti ve konuşmasında kilit kelime “disiplin”.
Evet değişiyor bir şeyler, değişmemesine imkan var mı?
Tıpkı oturuşta acının gelip gitmesi gibi herşey geçici! Bu da anicca anlayışı!
Hiçbir şey sonsuza kadar sürmüyor, herşey her an değişiyor ve kaybedecek vakit yok artık!
Onuncu gün, normal hayatlarımıza döndüğümüzde sudan çıkmış balık gibi olmayalım ve adapte olabilelim diye, sabah meditasyonu bitiminde artık konuşabileceğimiz söyleniyor. Salondan ayrılmak istemiyorum, bir süre daha kalıp meditasyona devam ediyorum, hiç konuşmaya gönlüm yok!
Ne güzeldi her şey böyle, keşke sonsuza kadar böyle sürse. Neredeyse, koysan bir manastıra, göndersen Himalayalar’a, orada bir keşiş olup yaşayacak.
Zar zor meditasyonu bırakıp aşağı indiğinde herkes muhabbette, yeni ve eski arkadaşlarıyla bir masada toplanıyorlar, yaşanan deneyimle konuşuluyor, konuşuluyor, konuşuluyor. Herkes eşsiz ve deneyiminin de eşi ve benzeri yok! Herkes ne çok konuşuyor, sanki o konuşulmamış günlerin acısını çıkarır gibi bir paylaşma isteği ve coşku var etrafta. O yok istemem dediği “konuşmak da” hoşuna gidiveriyor birden, e değişiyor işte!
Akşam çok ama çok yorgun bir halde yatağa uzanıyor. Ne çok yormuş konuşmak, kafasında bir ağırlık var ki sormayın gitsin. Uzanıyor yatağa ve başlıyor tekrar gözleme.
İşte o an tanışıyor beynindeki nöronlarla!
Nöronlar çok hızlı ve ani hareketlerle birbirlerine dokunup titreşiyor, etkileşiyor, elektrik yaratıyorlar sanki!
gözlem şaşkınlık içinde devam ediyor…
Sevgiler,
Sanem
Mart 2011
by